​​​​​​​
A long flight of stairs led to the atelier. The stairs bent slightly to the left before culminating in a door. Stepping inside, immediately you found yourself inside an atelier percolating with sawdust. I don’t remember the sounds, but from what I’m told, it was always extremely noisy. What I mostly remember is the astringent air composed of the smell of sweat, sawdust, and glue. Again, as far as I’ve been told, it was crowded in there. I remember a single person. The young apprentice who, with his fluffy black hair and thick mustache extending down the sides of his mouth, resembled Frank Zappa. It was for my benefit when he pretended to gobble down a full pot of glue. It’s a carpenter’s joke: dip your index finger into the glue and bring it to your mouth, quickly switch fingers, and lick the middle one instead. Check out this Zappa eating glue!


Atölyeye uzunca bir merdivenden çıkılarak ulaşılıyordu. Basamaklar hafifçe sola kıvırılırken bir kapıda son bulurdu. İçeri girer girmez talaş tozuyla filtrelenmiş atölyeye varırdınız. Sesleri hatırlamıyorum ama anlatılanlara bakılırsa hep çok gürültülüydü. Bense daha çok ter, talaş ve tutkal kokusunun birleştiği ekşimtrak havayı anımsıyorum. Yine anlatılanlara göre, içerisi kalabalıkmış. Ben tek birini hatırlıyorum. Kabarık siyah saçlı, dudağının her iki yanından aşağı doğru inen gür bıyıklarıyla, Zappa’yı andıran genç çırağı. Bir kâse dolusu tutkalı afiyetle mideye indirirken aklı sıra beni kandırırdı. Marangoz şakası bu: İşaret parmağını tutkal dolu kâseye batır, ağzına götürürken hızlıca parmağı değiştir ve orta parmağı yala. İşte tutkal yiyen bir Zappa!
Back to Top